Görüyoruz Ama Görmüyoruz

Gözlerimiz açık ama bir anlamda hep kapalı. Sabah alarm sesiyle uyanıyoruz, elimiz ilk telefona gidiyor. Gün boyunca ekranlar arasında mekik dokuyoruz: cep telefonu, bilgisayar, tablet, televizyon… İşimiz ekranda, eğlencemiz ekranda, sohbetimiz bile bir mesaj kutusuna sıkışmış halde. Görüyoruz evet; görüntüleri, videoları, mesajları, bildirimleri… Ama artık ne kadar gerçekten görüyoruz, orası tartışmalı.

Eskiden “göz göze gelmek” bir anlam taşırdı. Şimdi ise gözler hep aşağıda, bir ekrana kilitli. Bir kafede oturan iki kişi, birbirine değil, ekranlarına bakıyor. Aileler aynı sofrada ama farklı dijital dünyalarda. Çocuklar parkta oynamıyor, tabletin başında çizgi film izliyor. Gençler odalarına kapanıp saatlerce sosyal medyada geziniyor ama kendi iç dünyalarında kayboluyor. Herkes bağlantıda ama kimse gerçekten bağlı değil. Ekran süresi, artık bir sağlık terimi haline geldi. Göz sağlığından uyku düzenine, dikkat dağınıklığından duygusal boşluğa kadar birçok sorunun kaynağında bu süre var. Çünkü ekran sadece zamanı değil, algıyı da değiştiriyor. Görsel hafızamız güçleniyor ama derin düşünce alışkanlığımız zayıflıyor. Sürekli akan içerikler arasında zihnimiz dinlenemiyor, duygular yüzeyde kalıyor. Bir mesajla sevinip bir bildirimle üzülüyoruz. Tüm duygular anlık, geçici ve hızlı. Dijital çağın sunduğu kolaylıklar inkâr edilemez. Bilgiye ulaşmak hiç bu kadar hızlı olmamıştı. Uzaklar bu kadar yakın, dünya bu kadar küçük görünmemişti. Ama her kolaylık, bir bedel de getiriyor. Giderek daha çok “tüketici” oluyoruz; sadece ürünleri değil, bilgiyi, zamanı, hatta ilişkileri de tüketiyoruz. Bir haberin üstünden hemen geçiyoruz, bir fotoğrafa birkaç saniyeden fazla bakmıyoruz. Derinlik, yerini geçiciliğe bırakıyor. Görüyoruz ama yüzeyde kalıyoruz. Detayları kaçırıyoruz. Gördüğümüzü sandığımız şey aslında yalnızca bir yansıma. Çocuklar içinse bu durum daha da riskli. Sosyal medya filtreleriyle büyüyen bir nesil, kendi gerçekliğini tanımakta zorlanıyor. Ekranda gördüğü “mükemmel” hayatlarla kendi yaşantısı arasında uçurumlar hissediyor. Kıyas, yetersizlik duygusu ve yalnızlık artıyor. Ekranda geçirilen saatler, oyun parklarını, kitap sayfalarını ve gerçek sohbetleri unutturuyor. Gözleri görse bile kalpleri görmez oluyor.

Peki çözüm ne? Teknolojiyi dışlamak mı, tamamen kopmak mı? Elbette hayır. Mesele teknolojiyle olan ilişkimizi yeniden tanımlamak. Bilinçli kullanım, ekran süresini yönetebilmek, çevrimdışı zamanlara da yer açmak. Gerçek temasın, yüz yüze sohbetin, sessizce düşünmenin değerini hatırlamak. Zaman zaman ekranı kapatıp gökyüzüne bakmak, bir çocuğun gözlerine doğrudan bakmak, bir dostla uzun uzun konuşmak…

Çünkü görmek yalnızca gözle olmaz; görmek, kalple olur. Ekranlar gösterir, ama hissettirmez. Görüntüler vardır ama dokunamazsın. Bir şeye gerçekten bakmak, onu anlamayı gerektirir. İşte o zaman görmüş oluruz.Belki de şimdi biraz ara vermenin, ekranı kapatıp hayata bakmanın tam zamanıdır. Gerçek hayat, parmak izimizle değil, ayak izimizle şekillenir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şule Nallı Arşivi

Sınavlar Hayatı Ölçebilir mi?

20 Mayıs 2025 Salı 10:21

Güzellik Algısı Değişiyor mu?

06 Mayıs 2025 Salı 13:43

Ruhumuzu Dinlendirmeyi Unuttuk mu?

22 Nisan 2025 Salı 15:20

Hayat Pahalı, Umut Bedava

09 Nisan 2025 Çarşamba 14:47

Bin Aydan Daha Hayırlı Gece

26 Mart 2025 Çarşamba 09:51

Gerçekten Özgür İradeye Sahip Miyiz?

19 Mart 2025 Çarşamba 13:07