Şule Nallı
Bir Bildirimlik Hayatlar
Artık hayatlarımız bir ekranın içinde, duygularımız bir bildirimin süresine sığmış durumda. Sevincimiz, üzüntümüz, öfkemiz hatta sevgimiz bile bir uygulama üzerinden ölçülüyor. Paylaşıyoruz, beğeniliyoruz, görülüyoruz; sonra kayboluyoruz. Bir bildirim sesiyle mutlu olup, sessizlikte kendimizi eksik hissediyoruz. Çünkü modern çağda insan, artık sessizliği değil, titreşimi duymaya alıştı.
Bir zamanlar mektup beklerdik. Birkaç satırlık bir cümle için günlerce, haftalarca sabırla beklerdik. Şimdi saniyeler içinde ulaşabiliyoruz ama hiçbir kelimenin değeri kalmadı. Hız, anlamın yerini aldı. Her şeyin “şimdi” olduğu bir çağda yaşıyoruz. Ama bu kadar “anlık” yaşarken, uzun vadede hiçbir şey hissetmiyoruz. Çünkü anın kıymeti, artık paylaşılmadan anlam bulmuyor. Bir kahve içtiğimizde, o kahvenin kokusunu değil, fotoğrafını paylaşıyoruz. Bir manzarayı izlerken, gözlerimizle değil, kameramızla bakıyoruz. Yaşadığımız her anı belgelemeye çalışırken, aslında yaşamayı unutuyoruz. Gerçek mutlulukla “beğeni sayısı” birbirine karışmış durumda. Sanki hayatın değeri, kaç kişinin gördüğüyle ölçülüyor. Bir bildirim geldiğinde kalbimiz atıyor. Sanki biri bizi fark etmiş gibi hissediyoruz. Oysa fark edilen biz değiliz, sadece attığımız bir görüntü. Gerçek iletişim yerini etkileşime bıraktı. İnsanlar birbirini anlamıyor, sadece tepki veriyor. Bir emojiyle duygular ifade ediliyor, bir cümleyle ilişkiler bitiyor. Her şey hızla başlayıp hızla tükeniyor. En acısı da şu: yalnızlığımız bile modernleşti. Artık kalabalık içinde yalnızız. Her an çevrim içiyiz ama ruhlarımız çevrim dışı. Birileriyle sürekli bağlantı kuruyoruz ama kimseyle bağ kuramıyoruz. Sohbetler kısa, ilgiler yüzeysel, duygular geçici. Oysa bir zamanlar insan bir bakıştan, bir sessizlikten bile anlam çıkarabilirdi. Şimdi o kadar gürültü var ki, duygular bile yankısını kaybetti. Bir bildirimle mutlu olup, bir “görüldü”yle üzülüyoruz. Bu kadar kırılganken, güçlü görünmeye çalışıyoruz. Filtrelerle kusurlarımızı saklıyor, ama içimizdeki eksiklik büyüyor. Her şey kusursuz görünmeli, her şey “paylaşmaya değer” olmalı. Ama kimse gerçeği görmek istemiyor. Çünkü gerçeğin filtresi yok, gerçeğin hikâyesi kısa değil. Zamanla fark ettik ki, bu kadar “bağlantı” içinde bile birbirimize uzaklaştık. Dostluklar artık çevrim içi, sevgiler “aktifti” yazısıyla ölçülüyor. İnsanlar hissetmekten korkuyor, çünkü hisseden kırılıyor. Bu yüzden herkes biraz mesafeli, biraz yapay. Ama en tehlikelisi, bu halin artık bize doğal gelmesi. Çünkü yapaylık, uzun süre tekrarlandığında gerçek gibi hissettirmeye başlıyor. Bir bildirimlik hayatlar yaşıyoruz. Sürekli yenilenen, sürekli güncellenen ama derinliği olmayan bir varoluş. Ruhumuzun güncellemesi eksik kaldı. Bir paylaşımın, bir hikâyenin içinde kaybolurken; aslında kendi hikâyemizi unuttuk. Kim olduğumuzu, neye inandığımızı, neyi sevdiğimizi… Her şey bir parmak hareketine sıkıştı. Belki de artık en büyük devrim, sessiz kalabilmek olacak. Bildirimleri kapatmak, telefonu bir kenara bırakmak, bir anı sadece kendin için yaşamak. Çünkü gerçek hayat, ekranın dışında akıyor. Kimse fark etmese de olur. Her şey paylaşılmasa da anlamlı olabilir. Gülüşler filtrelenmeden de güzel, anılar belgelenmeden de kalıcı.
Bir bildirimlik hayatın içinde, insan kalabilmek hâlâ mümkün. Ama bunun için önce susmak, yavaşlamak ve kendini yeniden duymak gerekiyor. Çünkü bazen en büyük bağlantı, çevrim dışı kurulur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.