Şule Nallı
Bir Işığın Adıdır Cumhuriyet
Cumhuriyet sadece bir yönetim biçimi değildir; bir halkın var olma iradesidir. 29 Ekim geldiğinde sadece bir tarih kutlamıyoruz, bir yeniden doğuşu anıyoruz. Yüzyıl önce yorgun, yoksul ve umutsuz bir halk, “Artık kendi kaderimize kendimiz karar vereceğiz” diyerek ayağa kalktı. O ayağa kalkış, tarihin en sessiz ama en güçlü çığlığıydı. Çünkü Cumhuriyet, silahların gölgesinde değil, umudun kalbinde kuruldu.
O günlerde ülkenin her köşesinde yıkım vardı. Anadolu, yangın yeriydi. Yalnızca şehirler değil, inançlar da harap olmuştu. Fakat bir adam çıktı; Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Umutsuzluk denilen o en derin karanlığın içine ışık yaktı. “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir,” dediğinde, sadece bir cümle kurmadı; halkın kaderini değiştirdi. Çünkü o söz, bir milleti padişahın gölgesinden çıkarıp, kendi geleceğine sahip kılan bir devrimdi. Cumhuriyet, bir halkın kendi ayakları üzerinde durma kararıydı. Kadınlar, yıllarca susturulmuş bir toplumda ilk kez ses buldu. Seçme ve seçilme hakkı, eğitim hakkı, meslek sahibi olma özgürlüğü… Hepsi bir bir Cumhuriyet’in armağanıydı. Bugün bir kadın öğretmen kürsüde ders anlatabiliyorsa, bir kadın doktor hastasına umut olabiliyorsa, bir kadın gazeteci bu satırları yazabiliyorsa; o, Cumhuriyet’in attığı imzanın hâlâ yaşadığının kanıtıdır. Cumhuriyet, sadece erkeklerin değil; bütün bir toplumun yeniden doğuşuydu. Bir millet, harflerini bile yeniden öğrenerek ayağa kalktı. Okuma yazma oranı neredeyse yokken, halk evlerinde ışıklar yanmaya başladı. Köy Enstitüleri kuruldu, tarlalardan, köylerden, dağlardan öğretmenler yetişti. Her köyde bir okul açıldı, her çocuğa bir kitap uzandı. O kitap, sadece bilgi değil; onur, özgüven ve kimlik taşıyordu. Cumhuriyet, halkı yöneten değil, halkla yürüyen bir fikirdi. Bugün bazıları Cumhuriyet’i sadece bir tatil günü gibi görüyor, ama o gün sadece bir bayram değildir. O gün, var olmanın adıdır. Çünkü Cumhuriyet, kaybedilmiş bir savaşın ardından gelen mucizenin adıdır. Bir ülke küllerinden doğdu; açlık, yoksulluk, imkânsızlık içinden ayağa kalktı. Hiçbir dış yardım olmadan, sadece inançla, azimle, dayanışmayla. O yüzden Cumhuriyet’in değeri, hiçbir hesapla ölçülemez.Cumhuriyet, yalnızca bir geçmiş öyküsü değil, bir geleceğin teminatıdır. Atatürk onu gençliğe emanet etti; çünkü geleceğe güvenen tek güç gençlikti. “Ey Türk gençliği,” diye başlayan o hitabe, sadece bir öğüt değil, bir vasiyetti. O vasiyet, her kuşağın omzuna yüklenen bir sorumluluktur: “Bu ülkenin bağımsızlığını, özgürlüğünü, adaletini sen koruyacaksın.” O yüzden Cumhuriyet, her 29 Ekim sabahı yeniden doğar. Her marşta, her bayrakta, her çocuk gülüşünde yeniden can bulur. Bugün bizler belki kalabalık caddelerde yürürken ellerimizde bayrak taşıyoruz ama Cumhuriyet’i gerçekten kutlamak, o bayrağın temsil ettiği değerlere sahip çıkmakla mümkündür. Adaletin yanında durmak, eşitliğe inanmak, kadınlara, çocuklara, emeğe saygı duymak… Bunlar Cumhuriyet’in sessiz ama en güçlü ilkeleridir. Çünkü Cumhuriyet sadece bağımsızlık değil, insan onuru demektir.
Bir ülke, eğer hâlâ özgürce konuşabiliyor, yazabiliyor, düşünüyorsa; bu o günlerin mirasıdır. Her özgür düşünce, her adil karar, her eşitlik talebi, Cumhuriyet’in ruhunu taşır. Bugün bizler, farklı fikirlerle, farklı hayallerle yaşıyorsak, bu o büyük devrimin bize tanıdığı haktır. Cumhuriyet, herkesin bir arada, aynı gökyüzü altında eşit yaşayabilmesinin adıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.