
Şule Nallı
Aşırı Sıcaklar ve İş Gücü
Türkiye, 2025 yazına sadece kavurucu sıcaklarla değil, bu sıcakların gölgesinde çalışan milyonların haklarını konuşarak girdi. Mevsim normallerinin üstünde seyreden hava sıcaklıkları, özellikle açık alanda, tarımda, inşaatta ve sanayide çalışanlar için ciddi bir sağlık ve güvenlik sorununa dönüştü. Öyle ki, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yeni düzenlemesiyle, belirli sıcaklık sınırları aşıldığında işverenlerin özel önlemler alması yasal zorunluluk haline geldi.
Bu gelişme, ilk bakışta çalışan sağlığı adına atılmış olumlu bir adım olarak yorumlanabilir. Ancak arka planında yıllardır süregelen ihmal, denetimsizlik ve güvencesizlik yatıyor. Sıcak hava koşullarında çalışmak yalnızca bir konfor meselesi değil, doğrudan yaşam hakkını ilgilendiren bir durumdur. Her yıl onlarca insan güneş çarpması, sıvı kaybı, düşük tansiyon, kalp rahatsızlıkları gibi nedenlerle iş sırasında hayatını kaybediyor ya da kalıcı sağlık sorunları yaşıyor. Yeni yasal düzenleme, sıcaklık belirli bir eşiğin üzerine çıktığında molaların artırılmasını, gölgelik alanların sağlanmasını ve çalışanlara sıvı desteğinin zorunlu hale getirilmesini öngörüyor. Ancak bu tür uygulamaların kağıt üzerinde kalmaması için ciddi bir denetim mekanizması gerekiyor. Türkiye’nin iş sağlığı ve güvenliği konusundaki sicili ne yazık ki pek iç açıcı değil. Özellikle kayıt dışı çalışmanın yaygın olduğu sektörlerde, yasalar çoğu zaman sadece bir temenni niteliğinde kalıyor. Tarım işçileri bu konunun en kırılgan kesimini oluşturuyor. Çoğunluğu mevsimlik göçmenlerden oluşan bu insanlar, çok düşük ücretlerle, sabahın erken saatlerinden gün batımına kadar çalışıyorlar. Ne barınma koşulları insani standartlara uygun ne de sağlık hizmetlerine düzenli erişimleri var. Tarlalarda 45 dereceyi bulan sıcaklık altında çalışan bu insanlar için yeni düzenlemelerin ne kadar uygulanabilir olduğu tartışma konusu. Üstelik birçok işveren, işlerin aksamaması adına bu tür kuralları görmezden gelmeyi tercih edebiliyor. Bir diğer önemli kesim de inşaat işçileri. Şantiyelerde çalışan emekçiler, hem sıcakla hem de yoğun fiziksel eforla mücadele ediyorlar. Güneş altında saatlerce beton döken, demir taşıyan, yük kaldıran bu insanların sağlıkları çoğu zaman göz ardı ediliyor. Gölgelik alan, serinletici molalar ya da koruyucu giysiler sağlanmadığında, her biri potansiyel bir felaketle karşı karşıya kalıyor. Yeni yasal zorunluluklar bu anlamda önemli bir adım. Ancak bu adımların gerçek hayatta bir karşılığı olması için sendikaların, meslek örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının sürece dahil edilmesi şart. Denetim mekanizmaları bağımsız olmalı, cezai yaptırımlar caydırıcı olmalı ve en önemlisi çalışanlara haklarını kullanabilecekleri güvenli bir zemin sağlanmalı. Öte yandan bu tartışma, iklim krizinin artık günlük yaşamımızı doğrudan etkilediğinin de bir göstergesi. Aşırı sıcaklar, yalnızca doğayı değil, çalışma yaşamını da dönüştürüyor. Gelecek yıllarda bu tür düzenlemelerin daha da sık gündeme geleceği aşikâr. Kent planlamasından bina mimarisine, ulaşım sistemlerinden mesai saatlerine kadar her şeyin iklim gerçekliğiyle uyumlu hale getirilmesi gerekiyor.
Sonuç olarak, aşırı sıcaklarda çalışmaya dair yasal düzenlemeler geç de olsa önemli bir adımdır. Ancak gerçek etki, bu düzenlemelerin ne kadar ciddiyetle uygulandığıyla ortaya çıkar. Sıcak altında çalışmak, kimsenin kaderi olmamalıdır. İnsanca çalışma koşulları, yalnızca fiziksel değil, etik ve toplumsal bir zorunluluktur. İş gücünün sağlığı, yalnızca üretim verimliliği açısından değil, toplumun vicdani muhasebesi açısından da değerlendirilmelidir. Çünkü bir ülkenin gelişmişliği, en çok en zor koşullarda çalışanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.